
Herkese merhaba. Sevgili Virginia’mın yine çok sevdiğim bir kitabı “Mrs Dalloway” in incelemesiyle karşınızdayım. Fark ettiğiniz üzere bir süredir art arda Virginia Woolf incelemeleri yapıyorum. Bunun sebebi de bu yılımı Virginia Woolf’a ve olabildiğince çok eserini okumaya adamış olmam. Aslında geç kalınmış bir yazı bu, zira kitabı bitireli yaklaşık bir hafta oldu. Sıcağı sıcağına başına geçip yazmak isterdim yazımı fakat stajın yoğunluğu ve birçok sınava girip çıkıyor olmam dolayısıyla bir türlü tam anlamıyla fırsat bulamadım. Zaten alelacele bir yazı çıkarmak da en son isteyeceğim şey olur çünkü bir kişinin bile bu kitaplara dair ufacık bir merak uyandırabilsem içinde, “İşte şimdi yazdığıma değdi” derim kendi kendime.
Bildiğiniz üzere “Mrs Dalloway” Virginia Woolf’un şimdiye kadar okuduğum üçüncü kitabı ve bir önceki okuduğum ve okunması en zor kitaplar listesinde yer aldığından bahsettiğim “To the Lighthouse”(Deniz Feneri)a göre gerçekten okunması ve anlaşılması daha kolay bir kitap. Belki de zaten tam da bu nedenden dolayı çoğu okur bu kitabı öncelikli olarak okumayı tercih ediyor. 1925’te yayınlanan bu kitap adını kitabın ana karakteri Clarissa Dalloway’den alıyor. Kitap Clarissa Dalloway’in, düzenleyeceği parti için çiçek almak üzere evinin bulunduğu Westminster’dan çıkıp Londra sokaklarına ziyaretiyle başlıyor ve kitapta sadece bir gün içinde (Eleştirmen Harvena Richter’ın iddiasına göre 13 Haziran 1923, Çarşamba) nükseden olaylar anlatılıyor. Bu hususta Virginia Woolf’un, bir diğer önemli modernist yazar olan James Joyce’tan ve onun en değerli eserlerinden birisi olan Ulysses’ten ilham aldığını söylemek mümkün çünkü Ulysses’te de ana karakter Leopold Bloom’un bir günlük Dublin gezisine şahit oluyoruz. Mrs Dalloway’de ayrıca T.S. Eliot’un “The Waste Land”(Çorak Ülke) adlı şiirinden, Joseph Conrad’ın “Heart of Darkness”(Karanlığın Yüreği) adlı eserinden, Shakespeare’in “Cymbeline” ve “Othello”’sundan ve daha birçok yazar ve eserinden yankılar görmek mümkün. Bu sebeple çok zengin bir kitap Mrs Dalloway, romanın diline ve ritmine adeta hayat katmış bu yankılar ve incelikle, titizlikle örülmüş karakterler arası bağlar. Kitapta yaşam ve ölüm, savaş, psikolojik sıkıntılar ve varoluşsal sancılar, biseksüellik, din, sosyal statü farklılıkları, feminism gibi birçok temaya değiniliyor. Ayrıca Big Ben’in her vuruşunda tekrar eden “The leaden circles dissolved in the air” (Kurşun halkalar havada çözüldü) dizelerinden de zaman olgusunun romanda ne kadar büyük bir önem taşıdığını görmek mümkün.
Beni kitapta en çok etkileyen karakterlerden birisi Septimus Warren Smith oldu. Toplum tarafından adeta çocuk yerine konulan (Hani bazı insanlar çocukların yaşça ve bedenen küçük olmalarını bahane ederek onların fikirlerini dinlemez, onları geçiştirir ya aynı o şekilde) ağzından çıkan sözlerin dikkate alınmadığı ve sürekli iletişim kurabilmek için kendine bir pencere arayan ve en sonunda ona kavuşan bir karakter Septimus. Hiç karşılaşmamalarına rağmen, Clarissa Dalloway’in ikizi görevini gören, Clarissa Dalloway’in acılarının ve kederlerinin yüklendiği bir gölge Septimus. I. Dünya Savaşı’nın toplumda ve bireyde bıraktığı izleri, travmaları da Septimus’un acı içinde geçen günlerinde görmek mümkün. Aslında Virginia Woolf, Septimus’un travma sonrası manik depresif hallerini, kendi kendine konuşmalarını ve inişli çıkışlı ruh hallerini biz okuyuculara yansıtarak ve Septimus’u iyileştirmek üzere görev yapan ama bu konuda hiç de başarılı olamayan Holmes ve Bradshaw’u bizlere tanıtarak tıp dünyasına ağır bir eleştiride bulunmuş. Burada bir nevi Virginia Woolf’un kendi yaşamının izlerini de görüyoruz zira Woolf da ağır ruhsal çöküntüler ve psikolojik sıkıntılar çekmesine rağmen doktorlardan hiçbir şekilde fayda görememiş, aksine yanlış tedavilere kurban gitmiş birisi. Yaklaşık iki ay önce Virginia Woolf’un hayatına dair çok ilginç bir blog gönderisiyle karşılaştım ve Woolf’un psikiyatrı George Savage’in ruhsal ve daha birçok hastalığın dişteki enfeksiyondan kaynaklanabileceğine dair sunduğu teoriden ve enfekte olmuş dişin çekilmesiyle hastalıkların ortadan kaldırılabileceğine olan garip düşüncesinden bahsediliyordu. Hatta 11 Haziran 1922’de Virginia Woolf günlüğüne 3 adet dişini boşu boşuna kaybettiğini yazmış. Virginia Woolf’un bütün bu kötü tecrübeleri ve tıp dünyasına ve doktorlara olan inançsızlığı, biyografi yazarlarından Harold Bloom’a göre Mrs Dalloway’deki tam da bahsini ettiğimiz Holmes ve Bradshaw karakterlerine can vermiş ve özellikle Bradshaw’in “Proportion” adındaki felsefesi ve hastalarına karşı ilgisizliği yoluyla daha detaylı bir şekilde biz okurlara aktarılmıştır.
Romanın baş karakteri Clarissa Dalloway aslında “Mrs Dalloway”den çok önceleri yaratılmış ve “Mrs Dalloway” olana kadar birçok değişime uğramış bir karakter. Virginia Woolf’un 1915’te yayınladığı ilk romanı “The Voyage Out”(Dışa Yolculuk)ta karşımıza çıkıyor ilk olarak ve sadece kısa bir süreliğine, Euphrosyne adlı gemiye binerken tanışıyoruz onunla. Bir nevi “Mrs Dalloway” romanı için taslak niteliği taşıyan, Woolf’un 1923’te yazdığı “Mrs Dalloway in Bond Street”(Mrs Dalloway Bond Caddesi’nde) adlı kısa hikayesinde Clarissa Dalloway’i bu sefer çiçek değil de eldiven almak üzere Londra sokaklarına çıkmış görüyoruz ve “Mrs Dalloway”in ilk cümlesi “Mrs Dalloway said she would buy the flowers herself.”(Mrs Dalloway çiçekleri kendisinin alacağını söyledi) iken “Mrs Dalloway in Bond Street”in ilk cümlesi “Mrs Dalloway said she would buy the gloves herself.”(Mrs Dalloway eldivenleri kendisinin alacağını söyledi) oluyor. Ayrıca bunlara ek olarak Virginia Woolf’un kitabın adından Haziran 1923’e kadar “The Hours”(Saatler) olarak bahsettiği de günlüğünde yer alan bir diğer detay. Belki denk gelmişsinizdir, Michael Cunningham’ın 1998’de “Mrs Dalloway” romanından ilham alarak yazdığı ve Pulitzer Edebiyat Ödülü kazandığı “The Hours” isimli bir kitabı var. 2002 yılında da başrolünde Virginia Woolf rolüyle Nicole Kidman’ın oynadığı bir film adaptasyonu mevcut. Kitabı okuduktan sonra izlememin daha etkili olacağını düşündüğümden ertelemiştim bu filmi izlemeyi fakat artık izlememin vaktinin geldiğini düşünüyorum. İsterseniz sizler de bir göz atabilirsiniz.
“Mrs Dalloway” beni birçok yönden geliştiren bir kitap oldu. Buralar daha birçok Virginia Woolf kitabıyla dolacak gibi görünüyor çünkü gerçekten de kendisi vazgeçebileceğim bir yazar değil. Dili çok güçlü, betimlemeleri, benzetmeleri, göndermeleri adeta titizlikle işlenmiş. Daha önce hiç Virginia Woolf okumadıysanız bir an önce başlamanızı öneririm çünkü hayatınıza birçok şey katacağı ve olaylara farklı pencerelerden bakmanıza yardımcı olacağı kesin. Detaylı bir okuma rehberi için önceki Virginia Woolf yazılarımı ziyaret edebilirsiniz. Sevgiyle kalın.
“She felt somehow very like him-the young man who had killed himself. She felt glad that he had done it; thrown it away while they went on living. The clock was striking. The leaden circles dissolved in the air. But she must go back. She must assemble.”
Türkçesi: “Kendini bir şekilde o genç adam gibi hissediyordu-kendini öldüren o genç adam gibi. Genç adamın yaptığına memnun oldu-hayatı öylece fırlatıp atmasına. Saat vuruyordu. Kurşun halkalar havada çözüldü. Genç adam güzelliği hissetmesini sağlamıştı; işin keyfini. Ama dönmeliydi artık. Toparlanmalıydı.”