Yazı kategorisi: Genel

To the Lighthouse (Deniz Feneri) – Virginia Woolf

Herkese merhaba. Bu yazımda sizlere 20.yüzyılın en önemli eserlerinden biri kabul edilen, Virginia Woolf’un To the Lighthouse (Deniz Feneri) adlı kitabından bahsedeceğim. Virginia Woolf’un “A Room of One’s Own”(Kendine Ait Bir Oda) isimli makalesinden sonra okuduğum ikinci kitabı “To the Lighthouse”.  “A Room of One’s Own”dan sonra daha fazla Virginia Woolf dozu almak ve uyuşturulmak, onun yarattığı mucizevi dünyada kaybolmak, bulunmamak istiyorum dedim kendi kendime ve hangi kitabıyla devam etmek bu Virginia Woolf aşkımı daha da derinleştirir derken detaylı bir araştırma sürecinin içine girdim. İşin içinden çıkamayınca da bölümümden bir hocama danıştım ve onun tavsiyesini izlemeye karar verdim. “To the Lighthouse” ile ilgili detaylı araştırma yaparken “The Millions” isimli edebiyat haberleri yapan bir sitenin uzun yıllar yaptığı araştırma sonucunda “To the Lighthouse”un okunması en zor 10 kitap arasında yer aldığını gördüm. Bu durum hiçbir şekilde gözümü korkutmadı açıkçası, sizin de korkutmasın bence çünkü bu tür modernizm döneminde yazılan kitaplar tam olarak kendinizi vermeden anlaşılabilecek kitaplar değil. Yani eğer amacınız yoğun iş veya okul temposu sonrası rahatlamaksa bu döneme dair bir kitap seçerek bunu başaramayacağınızı düşünüyorum.

Birçok insan ya bu kitabı beğenmediğini ya da hiçbir şekilde anlayamadığını söylüyor. Okuma tecrübelerim sonucunda gönül rahatlığıyla söyleyebilirim ki bu kişilerin en büyük sıkıntı duydukları nokta ya bir olay örgüsü aradıkları için kitapta istediklerini bulamamaları ya da kitapta kullanılan tekniklerden haberdar olmadıkları için kitabı derinlemesine anlayamamaları. Kitapta karakterler, onların duygu ve düşünceleri yer, mekan ve zaman kavramlarından çok daha ön planda tutulduğu ve kitapta belirli bir düzen olmadığı için birçok okuyucu- tabi ki yukarıda belirtmiş olduğum araştırmanın da varlığından haberdar bir şekilde- bu kitabı “zor” kategorisine koyuyor ve kitapla ne zaman göz göze gelse ürküyor ve kaçıyor bu güzel maceraya atılmaktan. Bu yüzden bu kitabı okumadan önce sizlere tavsiyem bilinç akışı, zaman geçişleri ve olayların farklı karakterlerin bakış açılarından anlatılması gibi sınırları zorlayan, modernist yazarların kullandığı bu farklı tekniklerle ilgili derinlemesine bir araştırma yapmanız. Bu sayede kitabı okurken hiçbir zorluk çekmeyecek ve karakterlerin zihinlerinin içine derinlemesine dalıp hafıza saraylarını ziyaret ederken onları kendinizde hissedecek, kaybolup gideceksiniz.

Kitabı okuma sürecime değinecek olursam kitabı derinlemesine okuduğum için kullanılan teknikler beni hiçbir şekilde yormadı fakat beni tek yoran şey kitabı İngilizce okumamdan dolayı daha önce hiç duymadığım yüzlerce farklı kelimeyle karşı karşıya kalmamdı. Normalde okuduğum İngilizce kitaplarda kelimeleri sadece tahmin edip geçerken bu kitabı okurken devamlı sözlüğüm yanımdaydı ve bilmediğim kelimeleri kitaba teker teker not aldım. Bunu yapma sebebim de kitapta anlamını bilmediğim için es geçtiğim herhangi bir zarfın veya bir sözcük grubunun herhangi bir karaktere veya olaya bakış açıma çok büyük zarar verdiğini fark etmemdi. Bu süreçte ne kadar çok yorulsam da Virginia Woolf’un o muazzam kelime seçimlerine büyük hayranlık duydum. Zaten kitabı bu kadar güzel kılan bir diğer şeyin de olayları bize aktarırken veya betimlemelere başvururken titizlikle seçtiği kelimeler olduğunu düşünüyorum.

Kitapta beğendiğim bir diğer nokta da şiirlerden bazı alıntılara ve eski bazı hikayelere yere verilmesiydi. George Eliot, Jane Austen, Balzac veya John Locke gibi adını duyduğum veya daha önce eserlerini okuduğum birçok yazar veya filozofla karşılaşmak da beni çok mutlu etti. Kitapta birdenbire karşınıza çıkan bir alıntı veya kitabın ana karakteri Mrs. Ramsay’in oğlu James’e okuduğu Grimm masallarından özellikle “Balıkçının Karısı” masalının seçilmesinin romanın bütünlüğüne, romanda işlenen temalara ve duygulara da çok büyük bir katkısı olduğunu düşünüyorum.

Kitabın genelinden bahsedecek olursam, benim için “To the Lighthouse” karakterlerin yaşayışlarını, hayata bakış açılarını, umutlarını, hayal kırıklıklarını gözlemleyebildiğim, savaşın insan yaşamı üzerindeki etkilerini tüm çıplaklığıyla göz önüne seren, hayatın anlamı ve ölüm üzerine derinlemesine düşünmemize neden olan olağanüstü bir okuma tecrübesi oldu ve Virginia Woolf’un büyülü kalemine ve ifade kabiliyetine beni daha çok bağladı. Feminizme, kadınların evlilikteki ve daha da önemlisi toplumdaki rollerine değinen bu kitapta Virginia Woolf’un “A Room of One’s Own”(Kendine Ait Bir Oda) isimli makalesinden de birçok izler bulmak mümkün. Kitap 3 kısma ayrılıyor: The Window (Pencere), Time Passes (Zaman Geçer) ve The Lighthouse (Deniz Feneri). Bu üç kısımdan benim en çok beğendiğim ikinci kısım oldu çünkü karanlığın, sessizliğin ve durgunluğun mükemmel bir betimlemesiyle karşı karşıya kalıyorsunuz ve geçen on yıllık süreçte aslında romanın seyrini değiştirecek birçok önemli olayı da bu 13 sayfalık kısımda öğreniyorsunuz. Kitapta karakterler arasında çok fazla diyalog geçmiyor ve meydana gelen birçok olayın varlığını, karakterlerin birbirleri hakkındaki görüş ve düşüncelerini veya geçmişe dair izleri de karakterlerin düşünme sürecinde apaçık görüyorsunuz. Bu nedenle fikir, düşünce, duygular ve kelimeler arasında bir nevi elektriksel bir akımın oluştuğu dinamik bir roman diyebiliriz “To the Lighthouse” için.

Kitap Virginia Woolf’un hayatından da büyük izler taşıdığı için otobiyografik bir roman olarak tabir ediliyor. Romanda olayların geçtiği yer,Virginia Woolf’un yazları ziyaret ettikleri St. Ives’ten izler taşıyor. Romanın baş karakterleri Mrs. ve Mr. Ramsay de Virginia Woolf’un kendi anne ve babasının temel özelliklerini taşıyor. Hatta kardeşi Vanessa romanı okuduktan sonra annesi hakkında “Ölmüş birinin bu denli iyi canlandırılması bana neredeyse acı veriyor. Onun kişiliğinin o olağanüstü güzel yanını hissettirmeyi öylesine iyi başardın ki bu, dünyada yapılması en zor şey olmalı.” diyor. Kitapta Virginia Woolf’un hayatına dair bir diğer iz ise Mr. ve Mrs. Ramsay’in 8 çocuğu olması ve Virginia Woolf’un da 8 çocuklu bir ailede büyümesi. Ayrıca romanda James’in deniz fenerine gitme isteğini de Virginia Woolf’un kendi erkek kardeşi Adrian’ın deniz fenerine gitme isteğiyle bağdaştırmak mümkün. Romandaki diğer bir karakter olan Lily Briscoe da toplumun ve de Mrs. Ramsay’in baskılarına rağmen evlenmeyen, sanata ve hayata bakış açısıyla Virginia Woolf’un kendi görüşlerinden de izler bulabileceğimiz önemli bir karakter.

Kitabın belki de en önemli karakteri sayabileceğim James’e dair çok önemli bir psikolojik anekdotu da paylaşmadan yazıma son vermek istemiyorum. Daha kitabın ilk sayfasından da gördüğümüz “Had there been an axe handy, a poker, or any weapon that would have gashed a hole in his father’s breast and killed him, there and then, James would have seized it.” [1] sözlerinden de anlayabileceğimiz üzere daha henüz altı yaşında olan James, babası Mr. Ramsay’in egoistliği ve baskıcı kişiliğinden hiç haz etmiyor ve sürekli onu öldürmenin hayaliyle yaşıyor. Öte yandan annesi Mrs. Ramsay’e karşı derin bir sevgi ve saygı duyuyor. Psikolojide erkek çocuğun anneye karşı derin bir sevgi beslemesi ve babasının yerini almayı saplantı haline getirmesi durumuna Freud’un deyimiyle “Oedipus Complex”(Oedipus Kompleksi) diyoruz. Eğer bu tabirin kaynağını merak ederseniz de Sophocles’in “The Oedipus Rex” üçlemesini de okumanızı veya izlemenizi şiddetle tavsiye ederim.

Daha “To the Lighthouse” hakkında yazacak o kadar çok şey var ki… Fakat şimdiden bile oldukça uzun bir yazı olduğu için kitap hakkındaki diğer her şeyi sizin yorumunuza bırakıyorum. Yazımı sonuna kadar sabırla okuyan herkese teşekkür eder ve keyifli okumalar dilerim.

[1] “Balta ya da ocak demiri fark etmez, o an elinin altında babasının göğsünde delik açıp öldürebileceği herhangi bir silah olsaydı, James bir koşu kavrardı.”

“She looked up over the knitting and met the third stroke and it seemed to her like her own eyes meeting her own eyes, searching as she alone could search into her mind and her heart, purifying out of existence that lie, any lie. She praised herself in praising the light, without vanity, for she was stern, she was searching, she was beautiful like that light.”

Türkçesi: “Örgüsünden başını kaldırıp dışarı baktı, gözleri Fener’in üçüncü ışığıyla karşılaştı, kendi gözleriyle göz göze gelmiş gibi oldu; sanki bu ışık yalnız onun yapabileceği bir biçimde, tüm zihnini, tüm yüreğini karış karış tarıyor, o yalanı, tüm yalanları yok ediyor, temizliyordu. Bu ışığı övmekle kendini övmüş oluyordu; ama bu boşu boşuna bir kendini beğenmişlik değildi; çünkü kendi de tıpkı o ışık gibi eğilmezdi, durup dinlenmeden araştırırdı ve güzeldi.”

Reklam

Yazar:

Sadece kitaplar üzerine... | METU FLE

To the Lighthouse (Deniz Feneri) – Virginia Woolf” için 2 yorum

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s